Devir (2013)


Bir süredir Kıbrıs'tayım, Gazimağusa'da. Küçük bir şehir, hatta bazılarına göre sıkıcı, yapacak hiçbir şey yok falan. Hiç öyle değil, ben zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum, evde bir sürü kedi, okuyacak bir sürü kitap, yazılacak şeyler. Aldığım gazeteyi bile okuyacak zaman bulamıyorum bak, ertesi gün okurken görüyorum küçük bir haber kutucuğu. "Yarın falan falan yerde düzenlenecek film gösterimi etkinliğine filmin yönetmeni de katılacak, filmden sonra söyleşi filan.." Aa, bugünmüş, ne kadar güzel, bir de diyorlar ki çok sıkıcı memleket, sanat sepet çok yok. E adam izleteceği filmin yönetmenini de getirtiyor, daha napsın?!
Sekiz on kişi anca geldi ama filmi izlemeye, görevli gibi olanları ve kalabalık yapsın diye dersten alınıp gelinen çocukları saymazsak. E ilgi olsa neden gelmesin adamlar sanki, yeter ki seyircisi olsun sinemanın. Küçük yerde yaşayanlara genel bir seslenmedir bu, sadece Gazimağusa için değil; takip edin, etkinliklere katılın, katıldıkça çoğaldığını göreceksiniz. Hiç mi etkinlik yok, siz düzenleyin, deyin ki bilgisayarı koyacam salona, şu şu filmi açacam, isteyen gelsin beraber izleyelim mesela. Duyur facebook'tan, bir gelir iki gelir bakarsın sonra projeksiyon cihazı alıyosun. Valla bak. Khora Kitap yapıyor bunu da, orayı da takip ediyorum. İsteyene ve vakti olana etkinlik çok.


Devir (2013), Burdur'un Hasanpaşa Köyü'ndeki bir geleneği anlatıyor. Belgesel kıvamında, küçük kurmaca dokunuşları olan bir köy filmi. Yaz gelirken çobanlar arasında bir yarışma düzenlenirmiş. Tepelik bir yerden başlayan koşuda çoban önde sürüsü arkada koşarlarmış aşağıdaki dereye doğru. Çoban yol bitince atlarmış suya, peşinden atlarsa eğer koyunları da kazanırmış çoban. Hem sürüsüne söz geçirme becerisi, hem kendini sevdirmesi, hem de suya estetik dalışı puanlanırmış çobanların. O köyde de 7 senedir şampiyon olan yaşlı bir çoban, diğer çobanları meslekten soğutacak hale getirmiş artık. Bir de nasıl büyük ilgi görüyor bu yarış, çevre köylerden, illerden izlemeye geliyorlar, televizyonlara çıkıyorlar. Bir de sürüye liderlik etsin diye birkaç koyunu kırmızıya boyuyorlar. Öyle bir hikaye.

Derviş Zaim, -söyleşide de konuştuk- bu şenliği duymuş, gidip araştırmış, öylece film yapmaya karar vermiş. "Ama oyuncu istemem," demiş, "siz oynarsanız." Köylüden, çobandan, koyundan oyuncu yapmış. "Çok belli bir senaryoyla gitmedik, sinopsis vardı elimizde, gerisini akışına bıraktık" diye anlattı.


Söyleşirken sinema öğrencisi bir çocuk sordu: "Bir sahnede şöyle şöyle oldu, ben onu böyle yorumladım ama sizin ne anlatmak istediğinizi merak ediyorum.." Zaim, gayet sakin: "Biz çektik öyle, izleyen herkes başka yorumlayabilir, o an öyle istedik öyle çektik." dedi. Aslında evet, sanatçı derin derin düşünerek bir şey yapmak zorunda değil, kabul, içinden geldiği gibi yapar, sanatsever ya da izleyici kendisi yorumlar onu ama yine de çekerken ne düşündüğünü -en azından- söyleşi gibi nadir ele geçen fırsatlarda -seyirciyle yakınlaşmak adına- paylaşsa güzel olurdu.

Kendisi de Kıbrıslı hatta muhtemelen Gazimağusalı olan Derviş Zaim, şehrine sinema kültürü aşılamak adına önderlik etmiş böyle bir etkinliğe. Hatta belki geç bile kalınmış, keşke daha önceden yapsalarmış zira bu ilk gösterimmiş. Umarım artarak devam eder, ben takipteyim.

12 nisan 2018